Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

29 Aralık 2006 Cuma

Hakiki Dost / Mevlana


Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost,
Hakikisi belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya... 
Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.
Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı,sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
Evlat geriye döner.
Ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye.
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası;'daha erken, o belli olmaz daha.
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
İşte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana,biz satmayız sarımsak tarlasını
Böyle iki tokada'!

25 Aralık 2006 Pazartesi

BEN SANA MECBURUM


BEN SANA MECBURUM !

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...

Attila İLHAN



23 Aralık 2006 Cumartesi

Yalan


Ne kaybetmeler buldum ben
Bir elim bile kayıp gitti ötekinden
Her şehre bir çakıl taşı fırlattım
Aslında hiç olmayan denizimden
Bir film şeridi gibi geçiyorum şimdi
Olmayanlarımın içinden
Çok isteyince oluyordu hani
Söyle nerdesin
Hiç gelmeyen?

Bu şarkılar
Hepsi yalan
Seni benden neden alıyor zaman?
Kapım çalmaz..gelen olmaz
Yoksun diye iştahsız; sabah olmaz zaman

Ama
Bık-tım
Karanlıktan

feridun düzağaç

22 Aralık 2006 Cuma

Beyaz Dilekçe

Beyaz Dilekçe


Rahman ve Rahim olan adina siginarak
Actim iki elimi, kor gibi iki yaprak
Bir edep ölceginde umutlu ve utangac
Iste dünya önümde, benim ruhum Sana ac!

Bu segriyen ellerle, Sen'den Sen'i isterim
Sen'den Sen'i isterken, canimdan cikar terim
Sana asik ruhumdur, mercegi yakan isik
Gözlerim cemalini, görmeden de karmasik...

Bir mirasyediyim ben, iflasin esiginde
Hep sabrim ölcülüyor, ihlas bilesiginde;
Kimim, kimlik ararken, hem güler hem aglarim
Yükseklerden dökülen sular gibi caglarim...

Cok tuzlu bir denizim, her anim med ve cezir
Sana asik olali, yüregim kut'la esrir
Dösegim kara toprak, yorganim kara bulut
Ben, Sen'inle doluyken, vurgun yapamaz kunut!

Her insan günah isler , Sen'den saklanir mi sir?
Tövbe dilekcesiyle sirttan kalkar bu nasir...
Kainati yarattin, donattin, rizik verdin;
Kimine sonsuz körlük, kimine isik verdin...
Yanlis adim atmayin diye, indi her kitap
Sana acilan eli, geri cevirmezsin Rab!
Ulu bir silsileden, peygamberler gönderdin,
Gökyüzüne yildizlar, yere cicekler serdin...

Sen'den önce bir Sen yok, kainatta ilk Sen'sin;
Bu kainat bir meta, hepsine Malik Sen'sin...
Rabbim Sen'i taniyan, bilir doluyu, bosu
Kapina geldi iste, yorgun bir ask sarhosu!

Garibim, muzdaribim, ama umutsuz degil!
Sen'inle dost olanlar, cihanda mutsuz degil...
Kulunum, kurbaninim, Rabbim Sen'in mülkünde
Garip kulun ne söyler, gülümse dilekceme...

Sen'in icin verince, verenin feyzi artar!
Gönülden bir sadaka, dagca bir ömrü tartar!
Kainatta ne varsa, hepsinin zikrinde Sen
Hamd ve sükür Sana'dir, her sey Sen'inle esen...

Sen ki, Sana geleni, cevirmezsin eli bos,
Asik bosa dememis; "Lütfun da, kahrin da hos"
Bir beyaz dilekcedir, Sana her yalvarisim,
Imanimla, amelim, hem perdem hem nakisim...

Cali bile kendine siginan kusu itmez
Sen Gafur'sun, Aziz'sin, Sen'in keremin bitmez
Geldim iste kapina, kul Sen'den irak olmaz
Sana adanmamissa, yürek de yürek olmaz...

Benden önce esirge, Muhammed Ümmetini
Esen gitsin her kervan, en sona ula beni
Kainat bir mozaik, her seye sahip ALLAH,
Ey gizli ve asikar, her derde tabip ALLAH...


Bahaettin Karakoç/Mehmet Emin Ay.



21 Aralık 2006 Perşembe

Biriktirdiklerimiz

neyi biriktiririz hayatımızda...
topladığımız ne var gözlerimizi açtığımızdan beri...
bizi biz yapan şey ne?
bitirdiğimiz okullar,aldığımız diplomalarımız mı?
yoksa okuduğumuz kitapların sayısı mı?
yada bankamızdaki kağıt parçacıklarını sayısı mı?
bizi biz yapan şey yoksa şu narin tenimiz mi,gözümüzün rengi,boyumuzun uzunluğu yada tartının bize söylediği şey mi...
neyin garantisini verebiliriz yarına dair... yaşadığımızda günümüzün tümü harcadığımız şeyler şu saydıklarım değil mi?
neden mutlu olur o zaman bir yürek sevgilisini düşünürken, yada annesini özlerken yada yavrusuna bakarken...biriktirğimiz şeyler yüreğimize sığdırdıklarımızdan ibaret değil mi? aklımıza koyduklarımızın bile bir gün bizi terkedip gidebilecekken,
neki şu yüreğe koyduklarımız sevgilerden başkası bize dost olan...
bile bile, bir gün öleceğini bile bile bu telaşın içinde kaybolup gidiyor insan...gördüklerimizin yarısı yalan oluyor.. duyduklarımızın hepsi... doğru olan tek yürektekiler kalıyor...korkularımızın, şüphelerimizin bizi tükettiği şu dünyada ruhumuza bu kadar acı çektirmekten zevk almaya başlıyor gibiyiz.. yo hayır doğru olan , mutluluk olan yüreğimizdekiler...ertelenen hergünün bize neler kaybettirdiğini tahmin bile edemez bu insan...
yaşan denen şeyin sevgiyi yaşamak için olduğunu anladığımız anda ertelediğimiz şeyleri sevgi olduğunu gördükçe titrer şu bedenler... keder sarıyorsa bazen durduk yere her yerini, yüreğini çok susturduğunu hatırla.. mantık dediğimiz şeyin aslında insan eliyle kurulmuş dünya düzenine uygunlul derecesinden başka bişey olmadığını kaçımız farkedebiliyoruz...doktor olmak iyidir çünkü en başta parası olmak üzere, itibarı ve rağbet edilme oranı yüksek.. ve doktor olmak mantıklı.. kaçımız üç kuruşa yine doktor olmak isteriz.... 3 saatlik sınavlarla daha olgunlaşmanın o sunu bile bilmeyen çocuklarımızı ne istediğine bile karar verdiremiyoruz net sayılarını hesaplatmaktan.. aslında biz yakmıyormuyuz iyilik yapıcam derken en sevdiklerimizin başını...diplomayla adam yerine koyuyorsak taptaze yürekleri, mantığımızın dediği yerine getirilmiş oluyor..ya da güzelliğin beden numaralarına sığdırılmış zindanlarında çürüyen bedenlerde buluyoruz mantığı. yüzün güzelliği tercihlerimizde mantığımızı kullandığımızı gösteriyor ve her insan sevgilisini,arkadaşını ya da dostunu seçerken yanına yakışmasını istiyor öncelikle...ya yüreklerin yakışması... nerde denetliyor insan yüreklerinin uyumluluğunu tanıştığı insanlarla.. hoş her insana yürek açılır mı yada her insan yürek açar mı? yine şu saçma sapan insan düzeninin getirdiği milyonlarca kuraldan her hangi birtanesi engelliyor insanların gözlerinden yüreklerine akmasını.. hiç düşündüğünüz mü ne kadar kendi tercihlerinizle yaşadınız bu güne kadar...birisinin size karıştığını söylemiyorum.. seçtikleriniz gerçekten kendi seçtikleriniz mi yoksa çevreyle iletişimizde size en değer getiren olan şey mi... ne kadar muhasebesini yapıyor insan bunların...daha açlığın ne demek olduğunu anlamamış insan mı dünyaya eşit davranacak,sırf bitirdiği kitaplardan, alacalı sözlerinden dolayı...gizlenmiş yeteneklerimizin kaçını özgürce açığa çıkartabilme şansımız oluyo şu dünyada... belki sen insanlarını yüreklerine usulca dokunabilen bir yazar olacakken, sayısal zekanın azcık fazla olması ve koşullar seni bir bilgisayar mühendisi yapabilir... ama sen farketmezsin bile, çünkü çevrendeki hiçbir insan senin sayısal zekanın yanında yazdıklarının güzelliğini farkedemez bile...yada bir erkek belki de yemek yapmak için doğmuştur ama hiçbir erkeğin böyle bir hayali doğal bakılamaz... nie çünkü mantığa uygun değil...sokağa düşen bir insan zaten yoldan çıkmıştır, onu o hale getirenler arasında kendimizin de olduğunu asla düşünmeyiz...neden? çünkü bana dokunmayan yılan bin yaşasın.. mantıklı:)) hayatımızı nie riske sokalım ki.. sorun surda hayatımızın riskte olmadığı garantisini kim verdi ki size... şu maddi beyazeşyaların maddi bir garantisi var kendine göre... ya sizin garantiniz nerde...hayatında çok puan aldığı halde ilkokul öğretmeni olmak isteyen birini kaç kişi doğal karşılayabilir...ya da ne kadar çok puan alsa da asla istediği yer olmayanların anormalliğini kaç kişi görebilir şu yüce okumuş insanlarda... okumuş insanlar neyi okuyorlar.. okudukları şeyler onlara sokakta düşen bir çocuğu ayağa kaldırmayı mı öğretiyor.. yada gözünden bir insanın
aç olabilceğini mi sezdiriyor... hayır... karşıyım bu dünya düzenine...insanın mantık die koyduğu herşeye karşıyımm...bunun çözümü ne siyasettir ne belli fikir akımlarıdır ne de diploma almaktır... bunu çözümü insanın yüreğine daha çok bakmasıdır..o kadar...kuşkularından, korkularından, insan bakışlarından, gelecek düşüncelerinden, bütün maddiyattan sıyrılıp İNSAN olmaya daha da yakınlaşmaktır...yüreğimize ve yüreklerimizdekilere daha yakın olmak dualarıyla...

Mq.

10 Aralık 2006 Pazar

Kelebeğin Şansı


Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş
Deniz gidip gelip, eteğini öpüyor sahillerin
Uzaklardan çok uzaklardan
Görmesi zor tekneler geçiyor
Hayallerim iç cebimde
Ağır ağır yola çıkarım ben de seninle
İsmini hece hece çınlar içimde
Seni her düşündüğümde
Güzel şeyler gelir aklıma her nedense
Süzülür uçurtmalar gibi hatıralar
Uçurtmanın ipi kaçar elimden
İpi kaçar uçutmanın
Uçurumun kenarında bulurum kendimi birden
Uçurumun kenarında kelebeğin şansını seyrederken
Kelebeğin şansını yani kelebek istesede düşemez yükseklerden
Ben yaşamak için sana tutunurum
En yorgun halimle gülümserken o anda
Bir yudum su gibi içerim seni
Korkuların, mutlluğun ve uçurumun sonsuzunda
Gidip gelip eteğini öpüyor sahillerin deniz..
Uzaklardan çok uzaklardan görmesi zor tekneler geçiyor.
Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş
Yine saçlarını toplamış gidiyor güneş

kayahan

9 Aralık 2006 Cumartesi

BIRAKMA BENİ /İBRAHİM SADRİ

hepsi yalan soyledi
isyansa isyan ettim
nisyansa unuttum her seferinde seni
düştüm bırakma beni

yakılmış rengi kaçmış gecelerin ortasından
ateslerin ortasindan
bütün ihanetlerin
bütün kuşkuların arasından
talanların kargaşanın korkuların yakasından biriyim
bilirsin hüznü hiç yakıştırmadım ruhuma
hiç ölmiyecek biriydim
ateşmi yakardı beni
hesapmı görürdüm günahlarıma
kırmızının efendisiydim
şu kahpe dünyaya meftun
şu kendine zebun ben
bir infilakla parçalanıyorum
hepsi yalan soyledi
bittim
bırakma beni

mor menevişli dağlarım olsaydı
kor ateşler yansaydı sevdalıklarıma
güneşi sağ ayı sol elime koysalardı
vazgeçmekten bile vazgeçseydim
O geliyor dediklerinde tefler çalsaydım
küçük kızlar yetim çocuklar
dünyanın bütün mazlumlarının gözleri ışıldasaydı
ben olmasaydımda ruhum taşısaydı yükü
adımı adının yanına yazsaydı
en sona yazsaydı
bu da olsun yazsaydı
"olsun" yazsaydı

bir ceylana yoldaş olsaydı
bir çobana rastlasaydım da mendilime süt dolduraydı
bela senden
aşk senden
kayboldugum dehlizlerin sonunda yol senden olsaydı
hepsi yalan soyledi
gittim
bırakma beni
bırakma beni

bugün pazartesi
dışarda sevdiğim sonbahar
solgun bir adamın son kalesi
oda kaydımı ellerinden büsbütün kaybetmiş olacak
yani ben kendi kendinin kırılmış endazesi

 sorarsın ya bezen kapatıp gözlerini usulca dünyaya
bu asiligin bahanesini
nereye kadar gidersin
kuşların kaderle uçtuğu
her yağmur tanesini bir meleğin indirdiği
yeni doğmuş bebeğe yutkunmayı ögreten
çimene yesili
buluta maviyi
topraga doğurganliğı veren
ey karıncanın bile kalbine merhameti indiren
görünmezi gören
bilinmezi bilen
göğe
çarkı feleğe
süreyyaya
yıldızlara
kainata sığmayıp
bir garibin kalbine giren
duy sesimi
işte bu benim
işte ben
herşeyden sonra ve herşeyin başında
kapı aralığında
mahcubum
utanıyorum aslında
vermeyi istemeseydin istemeyi vermezdin
geldim bırakma beni

 Hepsi yalan söyledi
isyansa isyan ettim
nisyansa unuttum her seferinde seni
düştüm
bırakma beni...
bırakma beni...
bırakma beni...

İbrahim Sadri

8 Aralık 2006 Cuma

BEN DE


Gezinirken yüreğimin sokaklarında
Kendime rastladım bir ağaç altında
Islak gözleri sessiz çığlıklar atarken
Umudun ışıltısı duruyordu bakışlarında

Soramadım hiçbirşey anlatıyordu zaten gözleri
Duaya hep açık duruyordu titrek elleri
Sığınmıştı herşeyi O’nun katına
Yalvarıyordu yanarak, vuslattaydı çaresi

Yanmak için yanaşırken yanına
Önce soyun dedi şu nefsin elbsesini
At şu ateşe yansın yavaşça
Çırılçıplak yüzleşmek için gel şimdi

Alevlendim yandım ben de
Ateş oldum yaktım ben de
Kayboldu yüreğimdeki ben de ……

3 Aralık 2006 Pazar

How To Find Inner Peace

How To Find Inner Peace

By Kevin Sinclair

The path to inner peace is not simple or short. You cannot just wake up one day and decide you are going to have inner peace from that point forward. It is a process, a journey that needs to be appreciated every step of the way. You need to be willing to let go and accept your full spectrum of emotions. You need to be ready to step outside the box you have allowed yourself to be put into and start from scratch, getting to know yourself all over again and be willing to make mistakes. And most importantly, you have to realize that only you have control over your emotional responses and reactions and they can be changed for the better.

No one article or even one book is going to give you the answers to achieving inner peace. What they can do is assist you in initiating change within yourself by bringing light to something you were not previously aware of. Once you become aware of ways you can improve how you live your life, you can begin true transformations. These transformations are paradigm shifts or evolutions of the mind, spirit and soul. Once you really change your ways to be in alignment with your true self, you will never go back, just like a tadpole to a frog or a caterpillar to a butterfly.

Often, people live within a false sense of inner peace. The saying “A ship is safe in harbor, but that’s not what a ship is for!” is an example of this. If you live your life in “the harbor” and never go out of your comfort zones, then you will be misleading yourself into believing you have harmony within. You need to be willing to experience a full range of emotions and face some challenges on the path to getting to know yourself through others and your experiences.



Offloading Your Emotional Baggage

Everyone has a certain amount of emotional baggage they carry with them everywhere. The idea of finding inner peace is to offload this baggage so you can feel light, healthy, vibrant, free and maybe one day even enlightened. What is emotional baggage? It comes in many forms and some examples could be shame for past deeds, judgments towards others, being victimized, being abused, guilt for past mistakes, distorted beliefs about yourself and others, insecurities and body image problems. Every person is unique in their genetics and socialization. Add to that unique experiences through life and we get complex individuals who bounce of each other every which way they turn, sometimes positive, sometimes negative.

The secret to clearing your issues is to take your ship out of the harbor and interact with others. This is a vital part of learning about yourself. If you have ever heard one important thing to remember in your life on this earth, remember this: Anything you see in others, you have in yourself also and any judgment you make towards another, is really about you. This applies to both “good” and “bad” things you recognize.

An example of what this means is if you react in anger towards someone who is crying, having no compassion for their situation, it could be you are angry with yourself when you get sad, seeing it as week and don’t ever allow yourself to cry. When you refuse to accept something in yourself, you also will not accept it in others.

Another example, a teenager comes home from school and tells her mother a crude joke she heard about drug addiction. The mother immediately goes into a rage and yells at her to go to her room and that she is grounded. Mum stands there shaking, and angry that her buttons have been pressed. She had a brother who was a drug addict and they had never told her children about him. She never spoke about him and never dealt with the issues around the subject. When she reacted to her daughter that way, it was all her own anger and issues about the situation and nothing to do with her daughter.

We need to start looking at the way we react to people and to situations. We need to work on smoothing these “buttons” we all have everywhere, because you can’t find inner peace if you are constantly judging yourself and others. This is process of learning and being willing to admit to yourself and others when you are wrong. This is a cure way to learn a lot about yourself very quickly!

Once you open your self to the truth there will be no going back. The idea is simple – if you don’t have the emotion, thought, trait, personality in you that you are seeing in others, you would not recognize it in someone else. We see someone make a face and because we make that face when we eat something sour, we presume they are also experiencing the feeling of eating something sour. This is not the case – this judgment projects from our mind like a movie of our own experiences played on cue for any situation, and we aren’t even aware we’re doing it. Use your interactions to better yourself and grow in your compassion for others through realizing your own faults and problems.

There is more good news - you can also own your admirations. This means all the things you admire or maybe are even jealous of in others, you have in yourself also. Maybe you have always admired the guy next door for his ease on the basketball court, yet he practices every day and disciplines himself. You know deep down if you did that too, you could be just as good. You can choose to realize this is where your jealousy comes from, and use it to change yourself through your new self awareness or sit around in bitterness and jealousy, denying your own undeveloped talents.

Another example is women who make comments about other women’s clothes. Often they are really the most insecure ones of all. Instead of feeling in competition, they need to deal with their own issues as to why they feel a person’s clothes have anything to do with the person themselves. Do they think their clothes make them a better person, and if so, why?



Letting Go of Control

You will have to let go of control to find inner peace. This is control you have over any one in your life and control over life itself. One thing you can’t do if you want peace, is give anyone else power over your feelings. When you try to control someone, ultimately they are controlling you. If you feel you need to monitor someone’s every move, or have them be with you all the time, you are really restricting yourself to the same. You have to develop trust and let go of fear.

If you feel scared, accept it for what it is, a harmless yet uncomfortable emotion. No big deal and when you’ve overcome it a few times, it becomes easy. Never say “You make me feel so angry/sad/frustrated!” because you are choosing to feel those things and what someone else does with their life should not impact on you. It is about developing emotional intelligence and allowing people to live their life without being responsible for your reactions.

Trust those who say they love you and trust every interaction you have. Don’t be trying to read into things, there’s no point. What other people think is none of your business and you will never be guaranteed to work it out, so just let it go. This won’t happen in a day, but keep working on yourself. Any time you catch yourself wondering what someone says or thinks about you when you’re not around, just make a point to change your mind to something else. If you keep doing it, you will re-train your mind, and before you know it, you will be free from the opinions of others.

Fear for some reason has been applied to so many situations in our time. Fear is actually an adrenalin response to a situation we instinctually feel the need to flee from. Anxiety, stress or worry are not fear. You may be worried about going out in crowds, you may be anxious about the promotion interview and you may feel stressed about going by yourself, but you aren’t afraid. Acknowledge these emotions when they arise, let them know they are justified, then continue with your plans.

Rest assured that the more times you continue, regardless of the feelings, they will soon fade away. An example is a lady who hasn’t dated for five years and someone she knows and trusts has set her up on a blind date. Initially she is very excited and as the time draws near, she begins to tell herself she is too afraid and can not go through with it. She ends up phoning her friend for the mans number, lying to her friends, then calling the man to tell him she has become suddenly ill and can't go. If she just said to herself “yes this is difficult and I AM nervous, but I can do it anyway and anyone would be nervous in this situation, it’s just human.” What is the worst that can happen? Maybe she will sound or look nervous, but that’s not bad and no where near as rude as canceling at the last minute.

Denial is like a disease that spreads through the minds of you and your friends. Like attracts like and you can bet your friends are more like you than you realize. So many groups or circles support each other’s denials, which inhibits personal growth. An example is those who work in the wine industry. Many are serious alcoholics and if you ever go to a dinner party with them, you will see they all talk about how much they haven’t been drinking, yet they drink every day. They excuse each other’s binges and quickly try to change the subject if anyone brings up drinking too much. Then there are the ones who openly joke about being alcoholics together, bragging about their experiences. They are all stumbling blocks to each other and they are supporting each other in their denial.



We Can Only Change Ourselves

Why would anyone want to bother with all this inner peace stuff? To end the cycle of ups and downs, emotions popping up when you don’t want them too, interactions with others become diplomatic and helpful and you will be able to experience an inner calm and confidence that words can not describe. You will no longer have petty conversations that are full of gossip and bragging, but will begin to talk about ideas and events that are interesting and positive. What you put out, you really get back in life. So if you think and feel negatively towards others, you will think and feel negative about yourself as well.

The time old saying “Mind your own business” is based in wisdom. We can only change ourselves and it is not for us to judge the way anyone else lives their lives. As we have already discussed, any judgment we make is actually really related to ourselves anyway. Don’t waste precious time or energy on what others are doing with their lives, and learn not to take anything personally.

Whenever someone makes a decision as to how they spend their own time or energy, it is their decision to make, so don’t go sticking your nose in where it isn’t wanted and don’t think it is all about you. There is no way you can know the repercussions of your advice of judgments towards others, so keep your lips sealed even when the urge seems overwhelming to give your opinion. It is not your place, and unless you have been overcome with some phenomenal amount of wisdom and perfectionism straight from the heavens, you don’t have the answers and shouldn’t act like you do.

Meditation and Inner Peace

Meditation is very important part of finding inner peace. Mediation is not only relaxation, it is a way of living. When you meditate as a form of relaxation, you access areas of your mind which are normally hidden behind everyday thoughts and memories. You are able to clear away all the petty thoughts and get to your deeper subconscious mind to deal with what arises. This can help to fast track your road to inner peace, as it relaxes and vitalizes you physically, emotionally and mentally and reconnects you spiritually.

You can also meditate in your every day life. There is an art to being able to live in the moment and there is an old Buddhist saying that you may have heard. It goes “Before enlightenment, carry water, chop wood - after enlightenment, carry water, chop wood”. The difference is the state of mind and inner peace. Before enlightenment, you would do every day tasks with your mind racing through thoughts and memories. You would be thinking about yesterday and tomorrow and be unaware of the beauty of the moment. You could even be annoyed that you have to do the task at hand.

After enlightenment, you would be in the moment, your mind free and peaceful as you are in a consistent state of satisfaction, regardless of where you are and what you are doing. In this way, if you first begin to become aware of the thoughts you have while trying to be in the moment, you will be able to release or confront each issue and continue to work towards a clear mind and relaxed body. The goal is to be totally involved in the task at hand without prejudice.

Self-acceptance is important and you have to remember not to be hard on yourself. We are all here on this earth learning and growing everyday. When you first begin to open your eyes and become more self aware, you may start to feel a newfound sense of shame, embarrassment, defiance or inadequacies. This is a good thing. The first step to healing is to see the problems and issues you have. Then you are in a place where you can work from. Be willing to embrace your faults and realize these are your issues to overcome so you can experience personal growth. Going through life thinking you are perfect is not the way to learn anything and it is through hard times, trials and challenges that you really grow. Be prepared to throw yourself into situations where you will make mistakes, as you will probably learn the most about yourself.

Self Acceptance

Consider taking the time to write a list of the things you fear most in life. Then seriously consider ways you can work towards confronting and overcoming those fears. You should add to your list as you become more self aware, because you will have more realizations as to who you are and what you can work on overcoming. Some examples might be if you are scared of certain emotions in others, you can not accept compliments, you can’t give compliments, you are uncomfortable with affection, spending time alone, climbing ladders, cats, dogs, etc., etc.

When writing the list, look deeply at your reactions to situations and remember fear isn’t just felt as fear and is often disguised as anger. A perfect example is the mother who can’t find her child for a few minutes. A dread comes over her and when she does find him or her, she reacts in an angry way and yells at him or her for walking away. Its an over reaction and is not a true expression of her emotions. The fear remains suppressed and unacknowledged, so will only be amplified next time a similar situation arises.

You have to be willing to be honest with yourself and others. If you can’t be honest, you will be unable to find synchronicity in your life. Imagine you were studying a night course at college and you were reall

2 Aralık 2006 Cumartesi

Acıya Gülmek

"Şehirler arası otobüs yolculuğundan geri dönerken Ankara'ya, şehrin girişinde bir duvarın üzerinde yazılı 2 satır gözümüze çarpardı."

Acıya Gülmek


Öpüyorsam ayrılığı gözünden
Söküyorsam yüreğimi göğsümden
Geciyorsam gözlerinin icinden
Sana olan sevdamdandır bilesin
Geciyorsam bir çiçeğin özünden
Sana olan sevdamdandır bilesin.

Meğer ne yanlızız insan olmuşsak
Yaprak gibi dalda sesziz solmuşsak
Yeri gelmiş acıyda gülmüşsek
Sana olan sevdamdandır bilesin
Yeri gelmiş ayrılığa gülmüşsek
Sana olan sevdamdandır bilesin
-Biliyorum sen yine parmak uclarında üşüyorsun.
Aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat
Ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını
Ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun.
Sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta
Ve cırılcıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda..
Apansız pencerende gülümsüyor güneş ne güzel.
Bütün parmakların tıkır tıkır işliyor
İştahla gülüyorsun yaşamaktır aşk
Geceyle gündüzün sesziz gecişimidir bir uyku boyunda.
Delice bir yangın parmaklarının buzulunda
Ah şahrut her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli.


Karşılıksız sevebilmekse sevda
Gercek seven küle dönmüş her cağda
Elim kolum bağlanmışsa kıyında
Sana olan sevdamdandır bilesin
Sevdunayım gebermişsem kıyında
Sana olan sevdamdandır bilesin.



1 Ekim 2006 Pazar

...Ey Oruç! Tut beni....

Hoş geldin ey suskun sevgilim;


Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı. Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi. Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi. Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.

Hoş geldin ey yüzü gamzelim;

B/akışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi. Gör(e)meyip de seni, göster(e)meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.


Hoş geldin ay yüzlüm benim;


Tut saçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden. Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut. Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut. Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı.


Hoş geldin ey hesapsız sevincim;


Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi. Geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi. Tut Ferhad’ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi. Tut Züleyha’mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi.


Hoş geldin ey ruh ikizim;


Tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü... Tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım. Gözbebeğinde tut beni. Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana. Tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum. Tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür. Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm. Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni. Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.


Hoş geldin ey son tesellim;


Göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı. Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.


Hoş geldin ey kalbimin göğü;


Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.


Hoş geldin ey bin bahar neşesi;


Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.


Hoş geldin ey ışıltılı libasım;


Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.


Hoş geldin ey kan davalım;


Tut (i)ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi..


Hoş geldin ey açlığım;


Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.


Hoş geldin ey sırdaşım;


Tut beni, sobele. Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden. Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun..


Hoş geldin ey gam telim;


Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı. Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi. Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.


Hoş geldin ey güz yağmurum;


Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı. Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.


Hoş geldin ey orucum;


Acıktım sana; sofrana oturt beni.


Acıttım içimi; göğsünde avut beni.


Aktım sana; damla damla yut beni.


Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.


Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.


Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.


Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.


Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.


Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.


Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni.


Tut beni.






SENAİ DEMİRCİ


25 Eylül 2006 Pazartesi

Ramazan Ayı Birinci Gün

Sabahleyin eyyam-ı adiyede böyle adet edindiği için erkenden yataktan fırlayıp, tam başı ucundaki tütün paketine sarılırken:



 Ramazanın birinci günü daima halkta bir acemilik olur. Orucun kendine mahsus tiryakiliği, neşesi, sekri ile henüz ülfet etmeyen vücutlar, dimağlar biraz zahmet çeker.
-Efendi ne yapıyorsun, ramazan unuttun mu?


ikazıyla kendine gelenler, mükeyyifattan, münebbihten mahrumiyetin tevlit ettiği dalgınlıkla gayr-i ihtiyarî olarak vakitsiz evden çıkıp da sair günler mutad olan süratte dairesine varan ve kapıyı kapalı bulunca aklını başına toplayanlar; tramvayda sigarayı ağızlığa takip tam kibriti çaktığı sırada yanında oturan hoca efendinin dik dik bakışından mütenebbih olanlar, burnunu silmek için mendilini ararken cebinde bulduğu eskiden kalmış bir tek kebap fındığını ağzında çiğneyip yutacağı esnada kaldırım üstünde duran simitçinin:


-Ramazaniyelik, sıcak, sıcak!...


avazıyla oruçlu olduğunu hatırlayanlar, hep bu mübarek ilk günde sık tesadüf olunur şahiyetlerdir.


Yine ramazanın ilk günü yankesiciler için bir ıyd-i ekberdir. Hele ikindiden sonra...



Fes yana eğilmiş, gözler süzük, dudaklar morarmış ve kuru, simanın rengi uçuk, bacaklar dermansız, kolları uyuşuk, düğmeleri çözük, ceketin etekleri sarkmış, elde, içerisi esnayı rahda rast gelinip imrenilen her çeşit nesneden birer parça dolu mahut kağıt torba, efendi tramvay bekler. Mevkif kalabalık mı kalabalık. Birbirini sıkıştıran sıkıştırana! Tramvay arabaları üzerine sinek üşüşmüş birer cesîm ve müteharrik akide şekeri gibi gelip geçiyor.


-Fesubhanallah, daha ne kadar bekleyeceğiz? Ezana yarım saat var!


derken bir feryat:


-Amanın, polis efendi, polis efendi! Canım, nah gidiyor, tutun!


Velet başında alamet-i farika-i mahsusası olan kapela, yan sokaklardan birine sapıp kaybolur. Ahali, bîçare efendinin yanında. Sualler, mütalaalar, nasihatlar başlar:


-İçinde çok para var mıydı?


-Alan adamı görmüşsün?


-Be adam, ceketin yan cebine de para konur mu?


-Zo, bu İstanbul da şu ara ne kıyak şey oldu. Dünyanın bütün kapkaç herifleri bunda!


-Sivilizasyon diye daha ne çeşit işler göreceğiz!


-Ti ine kale, kılefeti?


-Ayol, ne de tavşan gibi sekti? Bir feryat daha:


-Ne karıştırıyorsun ulan? O cebin içinde ben para bulamıyorum ki sen bulasın! (Etrafındaki ahaliye dönerek) Köpoğlunun veledi, elini boş cebime sokmuş habire araştırıyor, bereket bir şey yok!


Öteden bir çığlık:


-İlahi, elin kopsun! Deminden beri nedir diyorum. Meğer şurada duran kokana imiş! Aaa, gizli yerlerimi karıştırdı durdu!


İlk efendi melül melül evinin yolunu tutar. İftardan sonra aklını toparlayınca vay evdeki kaşık düşmanının başına gelecekler! Tekmil hıncını ondan çıkaracaktır.


Ramazanın bu ilk gününün eskiden başka hususiyetleri de vardı. Paraya tevakkuf eden hazırlıklardan, iftarlardan, diş kiralarından bahsedip de hem kendimin, hem de karilerin derdini depreştirmeyeceğim. Yalnız yavaş yavaş unutulduğunu görmekle müteessir olduğum bazı kadim ananelerin ihyasını temenni ediyorum. Mesela bundan birkaç sene evvel Ramazan hulul etti mi, küçük büyük herkes birbirini tebriğe şitaban olurdu. Samimî, riyasız ziyaretler, mektuplar teati edilir, sohbetler, ictimalar olur, birlikte camiler, sergiler, ahbaplar dolaşılır, otuz gün için müşterek ibadet, ziyaret, eğlence programları yapılırdı.


Bu mevsimde oruç tutmak gerçi biraz güç oluyor. Günler uzun, havalar sıcak. Lakin bu şerait dahilinde farîza-i sıyamı ifa etmek her halde daha ziyade makbuldür. Zavallı Borazan Tevfik merhumun burada bir menkıbesini hatırladım. Bugünkü musahabemi bununla bitireceğim.


Bundan üç dört sene evvel yine böyle bir yaz ramazanı Tevfik Erenköyü'nden trene biner. Bîçare Tevfik dini bütün bir Müslümandı. Oruç başına vurmuş, bîtap, şişman olduğu için sıcaktan da müteessir bir halde kompartımanın birine yerleşir. Meğer karşısında öteden beri tanıdığı biri Saim, diğeri Abid isimli iki birader oturuyormuş. Bunlardan biri Tevfik'e hitaben:


-Tevfik Bey! der; galiba oruç seni fena sarsıyor! Borazan, bila-teemmül cevap verir:


-Ne yapayım? Siz iki kardeş taksim-i vazife etmişsiniz. Bana gelince hem saim, hem abid olmak mecburiyetindeyim. Bu sıcakta da kolay iş değil!


Ercüment Ekrem Talü

12 Eylül 2006 Salı

Ağlamak İstiyorum

Gonca güller açsın istiyorum kanayan memleketimde
Gözyaşlarımın döküldüğü ve özgürlüğümün esaretle birleştiği yerde

bir kere olsun arkama bakmadan

bir kere olsun korkmadan ağlamak istiyorum..
neyin ne oldugunu bilmeden

kimin kim oldugunu düşünmeden

insanlıktan nasibini alamayanlara

namus dersi veren namussuzlara

seviyorum deyip aldatanlara ağlamak istiyorum..

Yıkanmış beyinlere,körelmiş kalplere

nereden sıkıldığı bilinmeyen mermilere
özgürlük adına yaşatılan rezilliğe

ve hiç gelmeyecek sanılan aydınlığa ağlamak istiyorum..

ölüm korkusuyla yaşanan her zamana

adım adım rastlanan ihanetlere

dövülen rüzgarlara sövülen insanlara ağlamak istiyorum..

acıyla yogrulsun diye işkencelere terkedilmiş bedene

nefrete yenilmiş sevgilere

sevdiğine hasret tüten yüreğe ve ölüme;
alışılmışın dışında ki ölüme

göz kapaklarım ıslanmadan ağlamak istiyorum içerden taa derinden

ağlamak istiyorum göstermeden gizliden

kanayan memleketime

ağlayan milletime

AĞLAMAK İSTİYORUM ÖLÜRCESİNE...

 

volkan kılıç/sevda mevsimi

10 Eylül 2006 Pazar

İkimizin Yerine


Sevdim çok sevdim
Tanıdım aşkın en saf halini
Kokladım gecelerce
Bıraktığın eşyayı, boş evi

Uzanamadı elim telefona
Defalarca gidip geldi
Yenik düştüm kendime
Göre göre

Gurur sandiğim aslında
Ümitsizliğimdi
Anladım temelli gittiğini
Haklıydın üstelik
Suç benimdi


Sen üzülme gülüm incinme
Canımın içi iki gözüm sakın küsme
Bana hediye bırak butün kederleri
Ben ağlarım ikimizin yerine

Bilirsin aslında adaletsizliğini
İstemezsin hani sen de bittiğini
Ama kendinden yanadır ya hep yürek
Feda edip aşkı, korur ya kendini


Söz & Müzik: Tarkan, Sezen Aksu



Kurtlar Sofrası


gözyaşları ne güzel sığınakmış meğer..
tüm kaybedilenlere ağlamayalı ne kadar olmuş...
her geçen gün boğazıma takılıp kalan hasretlerin yutkunamadığım acısında
daha da kanadıkça yaralar
daha da arıyorsun gözyaşlarını..
gitme diyememenin yangınında gururun her bir zerresini yakıp kül etmişken,
dermansız bir söz kalıverir dudaklarında...
Sonsuza...

yüreğin öyle dar gelirken bu evrene çareyi ancak sonsuzluğa varmakta buluyorsun çünkü..
çünkü ancak sonsuzluk doldurabilir artık bu boşluğu...
öyle bir boşluk ki her uyanışında aniden uçurumlardan düşerken buluyorsun kendini...
ama ne çırpınmaya ne de bi dala tutunmaya gücün oluyor..
sadece düştüğün yerin silüeti yavaş yavaş küçülüyor
o küçüldükçe unuttuğunu sanıyorsun

ama nafile... yine düğümler boğazına takılıyor..
hafızasını yitirmiş bir insanın yürek acılarını hissetmesi gibi kanıyorsun...
donuveriyor her yer o an...
bi kapı açılıyor hayat telaşasına
yüzüne gülen bir maske takıp akıyorsun kurtlar sofrasına...


9 Eylül 2006 Cumartesi

IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir ümit türküsü
Kar yağmış dağlara , bozulmamış örtüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerlerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum ,geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Beklesen de olur , beklemesen de
Ben bir gökkuruşum sırmalı kesende
Gecesi çok süren karlar buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa seni bana
Geleceğim diyorum,takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarımı aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtmem, ne olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri saracağım ben
Yeter ki bir çağır çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalarda geleceğim sana
On iki ayın birisinde,kesin takvim sorma bana
ıhlamurlar çiçek açtığı zaman

Bak işte notalar karıştı ,ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmur arsız
Ey benim yeni alfabemdeki kadim elif
Ne güzellik ,ne tad var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ihlamur çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sadığım ,sadığım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman


Sabahattin Karakoç



26 Ağustos 2006 Cumartesi

NERDE UNUTTUM YÜREĞİMİ

NERDE UNUTTUM YÜREĞİMİ


Her Cumartesi yelkovanlar
2’den 3’edoğru çıkmışlarken gezintiye
Düşlerimden geçip bana el sallarlar
Bir bakış konuverir gözlerimin içine
Kelepçelerle bağlamışım bırakmıyorlar

Uçar, gelir, götürür mavi sulara
Kanatlarını ödünç vermiş umutlarım
Ben kendimce uçmaya çalışırken sana
Buz gibi kurşunlara takıldı kanatlarım
Ayağım kaydı düştüm uçurumlara

Ama ne yere çarptım
Ne de tekrara kanat çırptım bulutlara
Kendimi sessizce boşluğa bıraktım
Yüreğimi de giderken unutmuşum bakışlarında

Nereye sakladın düşüm aradım da bulamadım
Niye her yer zifiri karanlık
Yoksa geceye mi hapsettin beni
Gerek yok zaten kör oldum artık
Aç bıraktım düşlerimi
Islak gözlerimle ben ortada kalakaldık



Mq.

25 Ağustos 2006 Cuma

AŞK İKİ KİŞİLİKTİR


AŞK İKİ KİŞİLİKTİR


Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar.
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar.
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.



Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten.
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.



Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar.
Boşanır keder zincirlerinden
Sular, tersin tersin akar.
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar.
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.



Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken.
Çünkü, hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını.
Severken hiçbir böcek,
Hiç bir kuş yalnız değildir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

16 Ağustos 2006 Çarşamba

Uçuruma Hasret



Uçuruma hasret



Daha bağlamamışken hiç

Kara sevdanın yazmasını başıma

Bilmezdim

Dünyanın neyi anlattığını bana

Duymamıştım hiç

Toprağın yağmura seslenişini

Tomurcuk güle yaprak yaprak

Dans ettiren bestenin nağmelerini

Şafak vakti



denizin kumsalına kabuştuğu anda

köpüklerin fotoğraf çektiklerini

Güneşin nasıl yandığını

Ay'ı nasıl kıskandığını geceleri

asi nehirlerin cesaretini

dönüşmek için bir çağlayana

uçuruma hasretini





bakışlarının daldığı yere bir gül diktim

rüzgar amcaya seslendim

bulutlarla seni getirsinler diye

feryat ettim tüm denizlere

yağmurlar yağdı üzerime

güneşi bekledim

şafak vakti ağlarken bi çare

ben sevdiğim ben

uçuruma hasrettim gözlerinde....



Mq.