Yaşamın özüne ilişkin bir şeyleri kavradığına inanan Tsui-Yen genç yaşta manastırı terk eder. Yıllar döndüğüne hocası ondan, yaşamın özüne ilişkin bir şeyler söylemesini isteyince cevap verir:
Dağların üzerinde bulut olmadığında ay ışığı gölün minicik dalgalarına siner.
Hocası öfkeyle bakar. Yaşlanıyorsun; ama yaşama dair hâlâ bir şey bilmiyorsun. Eski öğrencisi ağlar. Hocasına bakar ve bana yaşamın özünü anlatır mısınız, diye sorar. Hocası cevaplar:
Dağların üzerinde bulut olmadığında ay ışığı gölün minicik dalgalarına siner.
Anlaşılıyor ki, sezgiye dayalı öğretinin aklı ve yaşantıyı küçümsemesi, -aynı şeyi söyledikleri halde- hoca ve öğrenciyi yaşamın özü tesbit noktasında farklı kılıyor. Aynı gerçeğe biri sezğileriyle varırken diğeri yaşayarak, akıl ve müşahade yoluyla varıyor. Biri kendi benliğinde idrak ediyor, diğeri öğretinin programında sezerek ilerliyor.
... aynı kelimeleri kullansalar da söyledikleri şey birbirinin aynı değil. Çünkü birinde kelimeler yaşantının ifadesi, diğeri yaşamdan sezilenin. Bir yaşantıya tekabül eden kelimenin aynı yaşantıyı alıcıda tekrarlayabilmesi için, o yaşantının bir kez olsun alıcının nefsinde tecrübe edilmiş olması gerekiryor. Ve öğrencisini ne kadar paylarsa paylasın, tecrid eden hoca, ayın ışığını öğrencisi kadar tanımıyor.
İhtiyar hoca hâlâ, tanımadığı bir hayatı gösteren kelimelerle konuşuyor. Eski öğrenci onları çoktan yaşamış oysa, dışarda ayın ışığı göldeki minicik dalgalara siniyor. Hoca bilmiyor.
Nazan Bekiroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder