İnsanlığın ilk öyküsü, cinsel bir öyküdür.
VE bu başlangıç öyküsü, nedense hep bir baştan
çıkma/çıkarma öyküsü olarak okunmuştur.
Kur’an’ın, bu öyküye kazandırdığı yüksek
anlatım düzeyi, ne yazık ki umumiyetle anlaşılmadan kalmıştır. Kitlelerce değil
sadece, sözümona, uzmanlarınca da.
Kibrimizi ayak altına alıp itiraf etmek
zorundayız: Kur’an hâlâ bakirdir. Sanki kapağı hiç açılmamış gibidir. Kendisine
yönelecek cevval zekâları, kûşesinde, hâlâ sabırla beklemektedir: ıstırap
çeken, olup bitene anlam vermek, olup bitene verilebilecek o anlamı bulmak,
üzerindeki perdeleri kaldırmak, kısaca, düşünmek, ama sadece düşünmek isteyen
namuslu zekâları. Bu toprakların kendisiyle başı belâda olan çocuklarını. Tüm
yoksulları.
Başlangıç öyküsünü kısaca ve fakat yaygın
simgeleriyle hatırlayalım:
Evet, önce bir bahçe. Hem de saklı bir bahçe.
Dörtbaşı
ma’mur bir bahçe! Cennet yani.
Sonra Adem,
ve derken Havva.
Bu bahçede bir ağaç, bir de meyve var: Elma.
Öykünün en canalıcı sahnesinde insanın baştan
çıkarılışı, hem de bir yılan
aracılığıyla.
İnsanı yoldan çıkaran bir yılan. Fıslayan, tıslayan, vesveseci, sinsi bir şeytan.
Hâsılı, dört ögeli bir sahne:
Adem ve Havva
Yılan ve Elma
Bu ögeler birbiriyle temasa geçtiğinde, o
anda, suç ve ceza oluşmuş, sâkinlerinin tamamı bu bahçeden kovulmuştur. Dördü
de.
Acaba neden?
Başlangıç öyküsü, rüsum ulemasının elinde ne
yazık ki bir günah öyküsü hâline dönüşmüştür. Bu zihniyete göre, ilk izdivac
bir zina, bir yasak ilişkidir çünkü. Bu ilişkinin meyvelerinden insan soyunun
ilk üreme tarzı da ne yazık ki ancak ensesti meşrûlaştıracak mahiyettedir.
Başlangıçta bir erkekle bir kadın
varsayarsanız, bununla yetinmez Adem ile Havva isimlerini de özel isim hâline getirirseniz, olacağı
budur!
Neymiş, zaruret varmış.
Cenab-ı Hak için
zaruret mi olur?
Olmaz, çünkü zaruret ve mecburiyet yaratılanlar içindir, yaratan için değil!
Ne var ki Yahudiliğin ve Hristiyanlığın, ilâhî
nefhanın simgesel değerini zahiriyle eşleştiren yorumlarını teyid etmeyi
marifet addeden zekâlar, Kur’an’ın önceliklerini tam anlamıyla görmeyi
becerememişlerdir.
Oysa Kur’an, Havva ismini zikretmez. Bu bir.
İkincisi, Adem ismini de çokluk özel isim olarak değil, cins isim olarak
kullanır, yani bir şahsın değil, bir türün ismi olarak!
Tadılan meyvenin adı zikredilmemiş, ve Kur’an,
bu ağacı gayet nefis bir teknikle soyut bir hâle getirip onu شجرة الخلد (ebedilik ağacı) olarak nitelemiştir.
Kezâ şehvetin sembolü olan yılan figürünü de şeytana dönüştürmek suretiyle
meseleyi bir çırpıda entelektüel bir sorun düzeyine çıkarmış ve tartışmanın
odağına Tanrı’nın güzel isimlerini bilip-bilmeme konusunu yerleştirivermiştir.
İlk günah, cinsel bir günahtan ziyade entelektüel bir günahtır.
Bu öykü, ancak zahiren, insanın, insanını hayvanına
ezdirmesinin öyküsüdür.
Sözün özü, yılan ve elma ögeleri
olmaksızın insanın serüveni anlaşılamaz. İkisi de hâlâ bizimle çünkü. Erkek ve
Kadın’la. Adem ve Havva’yla.
Yahudiliğin ve Hristiyanlığın etkin
yorumlarının aksine, meselâ kadîm Babil anlatılarını da dikkate alarak Adem’le yılanı, Havva’yla elmayı yanyana getirebilir, yılanı fallik bir simge (penis) ve
elmayı ise kadınlığın/bekâretin temsili olarak yorumlayan kadîm geleneklerin
uyarılarına pekâlâ kulak verebiliriz.
Maden mertebesi: toprak/bahçe.
Bitki mertebesi: elma (kadın)
Hayvan mertebesi: yılan (erkek)
İnsan mertebesi: Adem’le Havva (beşer/insan).
Kur’an-ı Kerim, yılan ögesi yerine şeytanı
yerleştirmekle insandaki şehvet ve öfke yetilerine atıfta bulunmuş, Adem’in
eylemindeki sebebi, marifetiyle, yani bilme yetisiyle değil, bilâkis doğasıyla/güdüleriyle
açıklamayı tercih etmiştir.
Kur’an, kitab-ı mukaddes geleneğinin tam aksi
bir istikamet izleyerek Havva’yı (Kadın’ı) tek suçlu olmaktan çıkarıp erkeğin
de, kadının da bilme yetileri (kuvve-i
nutkiye) yerine güdülerine (kuvve-i
şeheviye ve gazabiye) tâbi olmalarını eleştiri konusu yapmıştır.
Sûfi şairler de nitekim Kur’an’ın sembolik
hassasiyetine uymakta tereddüt etmemişler, ve bütün öykünün Muhammed
Mustafa’nın (s.a) âlemi şereflendirebilmesi için sözde bir gerekçeden başka bir
şey olmadığını söylemişlerdir:
Bildiği çün sülb-i pâkinden zuhurun yâ Rasûl
Etmedi “Lâ tekrabâ!” nehyinden Adem ictinab
Değil iğva-i şeytan, kandıran Adem’le Havva’yı
Bu bir esrar-ı Hak’la şîve-i teşrif-i Ahmed’dir
Son elçinin kendi soyundan geleceğini bildiği
içindir ki Adem لا تقربا (Yaklaşma!) yasağından kaçınmadı.
Adem’le Havva’yı kandıran,
yoldan çıkaran gerçekte şeytanın fısıltıları olmayıp aksine bu olgu hakikatte
sırf Ahmed’in bu âlemi onurlandırması yüzüsuyu hürmetine Varlık’ın insanın
özünde harekete geçen işvelerinin/cilvelerinin bir eseridir.
Bil ki ey talib, Adem henüz toprakla su
arasında iken, Ahmed, Hakk’ın sînesinde idi. Önce Ahmed (öz), sonra Adem
(kabuk) varoldu. Önce can, sonra ten âlemi teşrif etti.
Yani özün suduru
için değil, zuhuru için Adem ile
Havva’ya ihtiyaç hâsıl oldu. Doğaya ve yaşama.
Öyle ki yılan, Kur’an’da Kaleme, elma ise Hokkaya dünüştü. Dehr (zaman)
de denilen levhaya nakşolunan harfler, ancak, Adem’in kalemi Havva’nın
mürekkebiyle birleşince yazılabildi.
Böylelikle birlik çokluk hâlini aldı.
Ne güzel söyler büyüklerimiz:
Bildi ânı şol kimse kim âkil u dânâ imiş
Kaf ile Nun’dan murad ol Adem u Havva imiş
Ey talib, hakikati taleb ediyorsan, hurafelere
hürmet et, sophos kadar, mythosa da kıymet ver.
Bil ki hakikati, talibine, hurafelerin içinde
sunmak edebdendir.
kaynak: http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/2013/03/cinselligin-kurani-simgeleri.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder